21 Ağustos 2010 Cumartesi

Merhaba,

2 Hazirandan beri ilkel kamp hayatı yaşıyorum,neredeyse 3 ay olmuş.
Yaşadıklarımı yazmak istediğim zaman aklıma gelenler ne yazık ki yazabileceğimden fazla , ellerim o kadar hızlı değil şu anda.
Hatta klavye ile minik bir iletişim problemi yaşıyoruz. :)
Ama biraz anlatmaya çalışacak olursam kurumsal hayatımdan kalan maddeleme ile deneyebilirim.
Kendimi koruma
Her yerimi ısırıyorlar. Pis haşereler. Hatta bir örümcek saçımın içine girip kafamı ısırdı,1 hafta iğrenç kabuk bağlamayan iltihaplı bir yara saçlarımın arasında kaşınıp durdu. Ellerim ayaklarım bacaklarım ya taze yaralarla ya da eski yaraların izleri ile kaplı.
Bir de denizde yakarca denilen bir şeylerin saldırısına uğradım.
Stigmata filminde gözükmeyen bir güç beni kırbaçlamış gibi izlerle dolaştım bir kaç gün.
Geçen gün tabela boyuyordum,bütün gün tiner kokusuna maruz kaldım,kafalar güzelleşti,merdivenden ters yuvarlandım, sırtımda kocaman bir yara var.
Avustralyali arkadaşım sex yarasına benziyor dedi.
Şimdi yaramı özellikle açık tutuyorum.
Yahu insan vücüdündaki yaraları seksi bulur mu?
Bulurmuş.
Bir kere de karidesten zehirlendim,alerji oldum, davul gibi şiştim,dudaklarım 10 katına fırladı.
Abartıyorsam başıma bir daha gelsin o kadar yani.
Hatta o sırada beraber olduğum kişi yanıma gelmeye korktu , acayip bir yaratığa döndüm diye o gece.
Zaten trakinglerim sırasında illaki bir dikenli teller bacaklarımı yırtıyor,kendimi jiletlemiş gibi duruyor.
Tırmanışlarda bazen düşüyorum.
Ekmek dilimlerken ellerimi doğruyorum.
Bir yerlere garanti çarpıyorum haftada bir.
Şimdi bunları okuyan bu kadar negatifmi başlanır 3 aylık tatilini yazmnaya diyecek ama şöyle bir açıklama yapayım , ailemizin aman başına bir şey gelmesin diye el bebek gül bebek büyütmesinden sonra biraz zor gelse de zamanla kendi başının cağresine bakmayı öğrenebiliyor insan.
Yetişkin olmanın adımlarından biri de bu sanırım.
Ama hala bir ilgi manyağıyım.
Herkese yaralarımı gösterip "bak noooldu" diye ağlaşıyorum küçük kız gibi.
Utanmasam tam oraya öpücük isteyecem.

İletişim.
Çok acayip bir şey.Buralarda herkes kendi gibi.Haliyle kimse ile numaracıktan iletişim kuramıyorsun.
İstediğin zaman istediğin kişi ile konuşabilirsin ama muhabeti hoşuna gitmediği anda direkt ignore edebilirsin.
"Adamım seninle konuşacak çok fazla bir şeyimiz yokk".
Bir de dürüst ve açıklık da başlıyor.
Hayır,istemiyorum,hatalısın kelimeleri hayatıma girdi.
Ohhh be iyi ki de girdi.
Dışarıdan ayrı içeriden ayrı konuşmuyorsun.
Açık ve direkt olmak süper.
Karşındaki sevmezse sevmesin seni, çok da fifi.
Ama bunun yanında gerçektende çok iyi dostlar ve seveceğin insanlarda giriyor hayatına.
Fanustan çıkınca farklı kültürler,inanışlar,renkler,diller fark etmiyor. İnsanı sevmeyi öğreniyorsun,yargılamalarından kurtularak.
Tek gereken şey bir şans verip sadece Merhaba demek.
Daha fazla şans vermeye başlıyorsun.
Arada çıkan hırtolara rağmen. :)
Onlarda bu işin rengi zaten.
Ama en önemli şeyi unutmamak lazım.
Gerçekten karşındakinin gözlerinin içine bak, iletişim o zaman gerçek oluyor.
Ne sen senin gözlerinden okunacaklarından kork, ne de karşındakinin korkmasına izin ver.
Bırak o da baksın sana.


Vakit geçirmek
Şimdi şehirde napıyordum.
İşten çıkıyorum bir yerlere yetişiyorum.Sürekli birilerini yakalama bir şeylere yetişme.
Hiç bir şey yapmadan öööyle durmanın nasıl bir şey olduğunu çok bilmezdim.
İlk zamanlar millete şöyle sorular soruyordum "Yaa sıkılınca buralarda napmak lazım?"
Bedava yaşamak için çalıştığım saatlerin dışındaki zamanın hepsi benim.
Ama hepsi.
Zaman korkunç yavaş şehirden sonra.
Dün yaşadığım olayı bir hafta evvelmiydi o ya diye düşünebiliyorum bazen.
O yüzden hayatıma yeni şeyler soktum kendimi eğlendirecek.
Birincisi POİ çevirmek.
Burada onu ateşle çevirenler var.
Acayip hırs yaptım ben de öğrenecem bunu diye.
Çevirirken ucundaki toplardan baya bir dayak yiyorum.
En çok da çevirmeye konsantre olmak yerine tutup onu yaparken ne kadar havalı gözükeceğimi düşünürken düzgün dans hareketi yapmadığım için kafama yiyorum.
Karete kit deki sensei gibi.
Bana fokuslan diyor.
Haklısın dostum. :)
Kitap okuyorum.
İlk zamanlar taktım aman spiritual kendini geliştirme gibi şeyler okuyayım diye ama şimdi Agatha Christie gibi light şeyler de ekledim.
Amaç keyif almak olmalı canımı sıkmak değil.
Deli gibi yürüyorum.
Şelaleye falan tırmanıyorum.
Geçen gün Kabak vadisindeki şelaleye gittim.
Azap yolu.
Tam 1.5 saat boyunca yokuş yukarı yürüyüş.
Ama sonrasın da ödülü büyüktü.
Şelaledeki kayaların kokusu bile değişik.
Renkler,sesler,böcekler,su,serinlik.
Kendini kaybediyor insan.
Güneş batımını seyrettim Kelebekler tam 2 ay her akşam 8 de.
Ve şunu söylemek istiyorum.
Siz enayiler çelik ve beton yığılarının içinde depresif akşam haberlerini, beyin hücrelerini öldüren IQ seviyesi düşük senaryolu dizileri izlerken güneş bir renk şöleni yaparak sana hayatında yaşamadığın duyguları yaşatıyor.
Gözlere ziyafet dedikleri bu olmalı.
Kendine bir güzellik yap ve şu omrune senelerce tepende duran güneşin parlak turuncu bir topa dönüşerek suya girmesini izle.
Yıldızları da seyrediyorum.
Her gece hem de.
3-4 akşam evvel sahilde meteor yağmurunu seyrettim.
Gece güzel.Yıldızlar da öyle.
Sahte ışıklarımız yüzünden her ne kadar her zaman göremesek de.
Her gün yıldız falına bakacağına gel yıldızları seyret.
İyice dalıp gidersen içinde yüzebilirsin.
Ayı seyrediyorum.
Denize yansımasını.Dolunayda beyaz ışık tutuyor bize.
Ay gerçekten romantik bir uydu.
Tavlıyor insanı.
Denize giriyorum, kumlarda yürüyorum.
Kendi kedinme şarkı söylüyorum yolda yürüken,bazen de dans ediyorum.
Bir iki kere yakalandım o halde birilerine.
Yıkanırken de bazen şarkı söylüyorum.
Sesimi beğenmiyenler kusura bakmasın.


Veee Kadın olmak.
Being 30 rocks. :)
Güneşten yanıyorsun,sürekli terliyorsun,manikür pedikür yok.
Pis yırtık kiyafetler giyebiliyorsun.
Ama gene de ömrümde hiç bu kadar güzel olmamıştım.
Çok ciddi söylüyorum.
Bir kere hep gülüyorum.
Hep gülmek otomatik insani genç hissettiriyor kendine.
Ağladığım zamanlarda oldu.
O zaman da dibine kadar ağladım.
Kesinlikle gözyaşımı tutmaya sesimi kısmaya çalışmadım.
Tüm duygularımı yaşıyorum o anda.
Hiç bir şeye olmamış gibi davranıp maskelemiyorum.
Bir kaç gün boyunca aşk acısı çekerken insanlar gelip bana gözlerinde hüzün var dedi.
Facebookta bunun kanıtı var.
Başkasının resmini çekerlerken ben de kenarda durmuşum boynumu sağa kırıp öyle uzaklara dalmışım gitmişim.
Suratımda da garip bir tebessim var.
Heralde dediğim gibi duygularını zamanında maskelemeden yaşamak insana garip bir huzur veriyor.
Güzel hissediyorum dedim ya.
Zaten burada çirkin kadın yok ki.
Sürekli yarı çıplak gezip ,( hatta yarıdan fazla,) saçlarını dağıtan , dans eden özgür güzel kadınlarla dolu burası.
Erkeklerde hırto dolu o ayrı :)
Tatile gelip bu çıçeklerden bal alıp evlerine skor yaptım diye dönmek isteyen çok.
En güzeli de onları maymuna çevirmek.
Dün akşam 3 kız bir adamın maymuna çevirdik mesela, aynı anda cilve yapıp neye uğradığını şaşırttık.
Hatta olay şöyle başladı.
Biz kızlar Poi çeviriyorduk.
Bu da oturmuş masada gözlerini dikmiş bakıyor.
Göz kırptım hooop hemen yakın masaya.
Yanımdaki kız Poi sini verdi o da çevirsin diye, valla çevirdi adam.
Öbür kız hadi bize dans et dedi.
Vallahi de billahi de etti.
Bara çıktık bir anda 8 kadın olduk.
Aslı diye başka bir çılgın geldi aynen şunu dedi;"Sevim, etrafta hiç erkek yokmuş gibi dans et".
Hiç kendin için dansettin mi.
Nasıl gözükürüm diye düşünmeden.
Bir denemelisin.

Bu kadar detaya niye girdim acaba diye düşünürken daha evvel hep beğenilmek için giyinip boyanıp ona göre hareket ettiğim günlerin gerçekten çok geride kaldığını ve özgür olmanın gerçekten böyle bir şey olduğunu dank ettiğini fark ettim.

Farketmek.
Vadiye geldiğim ilk gün kafayı farkındalıkla bozmuş biri ile tanıştım.
Sürekli farkındamısın diyordu.
Yavaş yavaş uzadım onunlan olan iletişimimden.
Farketmek sürekli farketmeye çalışarak olmuyor.
En azından bende.
Olayları yaşayıp neden sonuçlarını irdelerken,o neden ve sonuçları zamanla düşünmeyip bende yarattığı değişikliğe bakıyorum.
Bir arkadaşım aşk acısını yaşadığım günlerde , durumumdan haberdar olmadan bildiği bir şeyi söyledi şansa.
Karnına ok saplansa ne yaparsın?
Oku atana,okun boyutuna,nereden geldiğine mi bakarsın dedi.
Ben de evet dedim.
O da yanlış dedi.
Kan kaybedersin o zaman vakit kaybından.
Oku çıkaracaksın direkt.

Dedim ya vakit bol
Kendini de izleyebiliyorsun.
Hep derdim ki ya şöyle normal bir insan olsam birazcık.
Şimdi bu uzun tatilimde saldım çayır durumlarından dolayı en doğal halimle kaldık mı baş başa.
Normalde insanin sevmediği arızaları ve egoları meğer kendini en çok eğlendirecek şey oluyormuş.
Yüksek sesle şunu çok kez söyledim gülerek " Ya ne komik bir kadınsın sen".

Son sözler
Bulaşık yıkamak tualet temizliği,oda temizliği falan son zamanlardaki işlerim.
Meditasyon yapmama gerek kalmıyor.
O bulaşıkdaki tabakların temizliği ve o yığının bitmesi var ya.
O sırada dünyanın en önemli meselesi halini alıyor.
Bu arada tualet de kitap okumayı özledim.
Daha rahat yatakda yatmayı da özledim.
Sinemayı özledim.
Ailemi arkadaşlarımı özledim.
Özlemek mutsuzluk getirmiyor.
Sadece özledim.

BU arada kim ne derse desin.
Teknoloji kötü bir şey değil.
Tutup silah bomba ve gereksiz ıvır zıvırı icat eden adamın düşünce yapısı yanlış.
Bulaşık yıkarken litrelerce su gidiyor üzülüyor insan.
Bulaşık makinesi bu yüzden iyi bir şey.
Suyun geri dönüşümünü sağlayacak tesisat da iyi bir şey.
En önemlisi bilginin hızlı yayılmasına fayda sağlayan şey de teknolidir.
Ve iletişimin.
Vadiye gelip teknoloji tuu kaka, insan özüne dönüp böyle yaşamalı diyenlere de kapak olsun bu.
Bu tatil sadece.
Alman gereken mesaj sadece teknolojiyi boklamak olmamalı.
Benim aldığım mesajlardan biri çok fazla şey taşıdığımız,ve bu fazlalıklar için mucadele ettiğimizdir.
Kendi istediklerimiz için etmek varken.

Ve bir şey daha.
Calışmak güzeldir.
İşini hakkını vererek düzgün yaymadan yaparsan kimsenin senin hakkını yemeye hakkı olmaz.
Her zaman yemek yersin.
İstediğin an çekip gidebileceğini de unutma.
Esaret de insanin içindeymiş.
Sevgiler...